Dünyanın neresinde olursa olsun neden barış yapmak savaşmaktan ve çatışmaktan daha çok cesaret eser? Yan yana yaşayan toplumlardan birinin acısı, neden diğerinin sevincidir ya da öyle algılanır? Terörü, kim neye göre tanımlar? Şiddet dışında bir yöntem yok mudur gerçekten? Şiddete başvuran, ona maruz kalanın yılıp vazgeçmeyeceğini, aksine yalnızca kinleneceğini nasıl bilmezlikten gelebilir? Her yeni saldırının, her iki toplumdaki barış yanlılarının sesinin biraz daha kısılmasına yol açtığını anlamak neden bu kadar zordur? Dışarıdan bakınca, oracıkta bütün açıklığıyla görülen barışın koşulları neden bir türlü hayata geçirilemez?
Ortadoğu’nun farklı yerlerindeki çatışmaları, savaşları, anlaşmazlıkları onların genellikle tanığı, bazen de mağduru olarak, canım acıya acıya izlemiş olmama rağmen, bu sorulara verilecek kestirme bir yanıtım yok. Ama her şeyin ‘ötekini’ insanlığından soyutlamakla, soyutlamakla kalmayıp bir de üstüne ‘canavar’ kisvesi giydirmekle başladığını artık biliyorum.
Kudüs’ün Gönüllü Sürgünleri, barıştan korkanların başlattığı ve kolayca yapılıveren “insanlığından soyutlama” sürecini tersine çevirme çabasında bir tuz taneciği... Çünkü çatışmalar uzadıkça, barış bilinmeyen uzak bir geleceğe ertelendikçe, ‘canavarlaştırma’ pratiği her gün, yeniden ve yeniden üretiliyor
_kitabın önsözünden_