Birleşmiş Milletler’in eski Güney Afikalı yargıç Richard Goldstone önderliğinde yazılan raporda, İsrail’in 27 aralık-18 ocak 2009 arasında yaptığı Dökme Kurşun operasyonu esnasında insanlık ve savaş suçu kapsamında pek çok eylemin sabit olduğu sonucuna ulaşıldı. Sadece askeri amaçla açıklanamaz orantısız güç kullanımının ve sivillerin zarar görmesinin değil, 1.5 milyon insanın balık istifi ve insanlık dışı şartlarda yaşadığı Gazze’nin abluka altında tutmanın da insanlık suçu olduğu raporda belirtilen husus. Tabii bu arada, sivil İsrailleri hedef alan roket saldırıları da savaş suçu olarak raporda yer aldı.
Bu uzunca girizgâhı, henüz geride bıraktığımız 2009 yılının aralık ayında İthaki tarafından yayımlanan Joe Sacco’nun Filistin adlı çizgi romanı için yaptık. Muhabir ve çizer Sacco 1990’ların başında Batı Şeria ve Gazze sakinlerinin yaşadıklarını, 1948’e, ilk intifaya ve birinci Körfez Savaşı’na geri dönüşlerle aktardığı kitap, 1996 yılında Amerika Kitap Ödülü’nü kazanmıştı. Şarkiyatçılık adlı başeseriyle Filistin sorununun da kökeni olan emperyalizmin sömürgecilik ideolojisini deşifre eden ve geçen yıllarda hayata gözlerini yuman Edward Said, yazdığı önsözüyle kitaba deyim yerindeyse kefil olmuş. “Kimse Filistindeki korkunç durumu onun kadar iyi anlatamadı” dediği önsözünde Said, çizgi romanla olan macerasını uzun uzun anlattıktan sonra kitap hakkında şunları söylüyor:
“On yıl önce küçük oğlum elinde Joe Sacco’nun Filistin’le ilgili ilk çizgi romanıyla eve geldiğinde, çizgi roman dünyasından Sacco’nun etkileyici işlerinden dahi habersiz kalacak kadar uzak düşmüştüm. Bir anda kendimi, yeniden, birinci büyük intifadanın (1987-1992) ve yıllardır okumadığım çizgi romanların parlak ve insanı canlandıran dünyasına dalmış buldum. Çifte şaşkınlık içindeydim; Joe Sacco’nun o zaman aşağı yukarı on sayı olarak yayımlanan, şimdi elinizdeki ciltte bir araya getirilmiş Filistin çizgi romanlarının bağımlısı oldukça, İsraillileri, Filistinlileri ve iki tarafın destekçilerini uzun zamandır meşgul eden Joe Saccumutsuzca çarpık ve bıktırıcı tartışmaların aksine aynı konuya alışılmadık bir özgünlükle yaklaşan siyasi ve estetik bir eserle karşı karşıya olduğumu fark ediyordum. Medya bombardımanı altında yaşadığımız şu dünyada, bir çizgi romanın iddialı bir şekilde karalanmış, kimi zaman bahsettiği aşırılıkları yansıtabilmek için acayip bir şekilde abartılmış duygudaşlık dolu çizimleri, Londra ve New York’taki bir avuç adamın seçip tüm dünyaya pazarladıkları görüntülere karşı panzehir işlevi görüyor. o’nun dünyasında ne anlattıklarını cafcaflı sözlerle yumuşatan sunucular, ne durmadan İsrail’in başarılarından ve demokrasisinden bahseden riyakâr anlatılar, ne de tarihten ve sosyal gerçeklerden kopuk bir şekilde zavallı barışsever İsraillilere dünyayı dar etmek için devamlı taş atan, kıymet bilmez, köktendinci canavarlar olarak gösterilen Filistinliler var. Bunun yerine, askeri işgalin, rastgele tutuklamaların, yıkılan evlerin ve el koyulan arazilerin, işkencenin (ölçülü fiziksel şiddet), cömertçe uygulanan basbayağı kaba kuvvetin (bkz: Batı Şeria’daki bir kontrol noktasında havada salladığı M-16’nın verdiği güçle insanları öbür tarafa geçirmeyi reddeden İsrailli asker) insafına kalmış hayatlar süren Filistinlilerin karşı karşıya olduğu acımasız ve yabancı bir dünyayı, asker tıraşlı, sıradan bir Amerikalının gözünden görüyoruz…”
Said’in de altını çizdiği gibi, Sacco’nun Filistin’i, I. Körfez Savaşı için “Savaş diye bir şey olmadı; olup biten, insanları ayartan, renkli, göz kamaştırıcı bir oyundan ibaret olan naklen yayın” diyen Jean Baudrillard’ın tespit ettiği medya türüne bir tür panzehir gibi. Olmayan bir kimyasal silah riskini dünyaya gerçek bir tehlike gibi sunan, bu tehlikenin tüm dünyaya pazarlanması sonucunda Irak’a giren, buradaki savaşı da CNN üzerinden sıcak yuvalarımızdaki mavi ekrana bir Hollywood aksiyon filmi, hatta sürekli ölümcül kazalar geçirip dirilen kahramanlarıyla çizgi film tadında ve canlı seyrettiren bir medya canavarlığını deşifre ediyor. Tony Blair, yıllar sonra ne de güzel itiraf etmişti bu durumu: Irak’ta kimyasal silah yoktu. Ama her şartta Saddam’ın devrilmesi gerekiyordu.”
Ama madalyonun öteki yüzünde bir milyonu aşkın Iraklının katledilmesi kazılıydı. Ama medyanın sayesinde çok şükür onları hiç görmemiştik. Irak’ta birkaç Batılı’nın ölmesi her zaman haberdi ama, her gün elli, yüz, yüz elli Iraklı, Filistinli veyahut Afgan’ın ölmesi, gazetelerde küçük bile olsa görülmeyen sıradan bir durumdu.
Filistin, alışıldık çizgi romanlar gibi mutlu bir sona ulaşmıyor. Said’in dediği gibi, zaferle de bitmiyor. Ucu açık; tıpkı Filistin sorunu gibi. Kaybedenlerin, yaşama inatla tutunanların hikâyesi ve olduğunca sıradanlıkla aktarılıyor. Sacco, göze batmayan, gazeteciliğin arsız iştahından, aceleciliğinden arı bir sakinlikle Gazze’de, Ramallah’ta, Batı Şeria’da sokaklara, evlere, hücrelere konuk oluyor. Tamam, her ne kadar çizdikleri dört sene boyunca Gazze’de yaşayan yaşayan Ha’aretz gazetesi muhabiri Amira Hass’ın, öte yandan Sara Roy’un, Gloria Emerson’un anlattıklarıyla örtüşüyorsa da, Sacco ezilenlerin yanında yer aldığını, çok da tarafsız olmadığını itiraf ediyor aslında.
Filistin’de, kibirsizliği ve dolaysızlığı ile bize “kurban”, ya da “terörist” Filistinlinin sıradan günlük halini de görüyoruz. Çaya çok şeker atmanın misafire gösterilen bir hürmet olduğunu, lakin Sacco’nun bu şeker işinden hiç hazzetmediğini öğreniyoruz. Öte yandan, herhangi bir şekilde hapse girenlerin yeşil kart, girmeyenlerin ise turuncu renk kimlik kartı aldıkları, yeşil kimlik kartı olanların ise, cezalarını çektikleri halde –ki tıpkı Türkiye’de olduğu gibi taş atmak gibi eylemler örgüt üyeliğine giriyor ve ağır hapisle cezalandırılıyor- her çevirmede dayak yediklerini öğreniyoruz. Daha da vahimi, yeşil kartlılar çalışmak üzere İsrail’e geçemiyorlar. Bu durumda olanların çoğunun tek ekmek kapısı zeytin ve portakal ağaçları. Sacco’nun Filistin kitabında en etkileyici bölümlerden birisi de yeşil hattın doğusundaki bir köydeki ağaç katliamı oluyor. Tek geçim kaynağı bu zeytin ağaçları olan Filistinli aileye, bahçelerinden Yahudi yerleşimcilere taş ve Molotof atıldığı gerekçesiyle tüm zeytin ağaçları kendi elleriyle kestiriliyor. Üzücü…
Velhasıl, Filistin’i içeriden görmek için büyük bir olanak sunuyor Joe Sacco. “Filistin diye bir yer, Filistinli diye bir halk da yok” diyen İsrail’in kurucularından Golda Meir’e nazire edercesine, bir halkın varlığına tüm yönleriyle tanıklık ediyor.
TARAF, 23.11.2008
Markar Esayan