***
Hatırlayanlar hatırlayacaktır, Beyrut’un azıcık dışında yer alan bu iki komşu Filistinli mülteci kampı 1982 eylülünde korkunç bir katliama sahne olmuştu. İsrail destekli Hıristiyan Falanjist milisler, bu kamplara girip 3 bine yakın masum insanı öldürmüşlerdi.
Aradan geçen 28 yıldan sonra bugün Sabra-Şatilla’da katliam yok ama sefalet var
Burası, özetle, çok sıkışık bir gecekondu mahallesi. Derme-çatma binalar arasındaki mesafe çoğu yerde 1 metreden az. Dahası hiçbir altyapı olmadığı için tüm kablolar havada geziyor. Dolayısıyla Sabra’nın daracık sokaklarından tepeye bakınca gökyüzünü göremiyorsunuz bile.
Bazı evlerin içine girdim, karşılaştığım sefalete şaşırdım. Bir “mutfak” gördüm ki, zemininde pis bir su birikintisi, tezgahında iki tane paslı tencere vardı. Odalar penceresiz, çocuklar çelimsizdi.
Bu düzeyde fakirliğe Türkiye dahil daha pek çok ülkede de yer yer rastlayabilirsiniz. Ama Filistin kamplarındaki en yakıcı şey fakirlik değil, bunun sistematik bir zulüm ile “yaratılmış” olması. Bazıları üç jenerasyondur bu kamplarda yaşayan Filistinliler, sahip oldukları evlerinden İsrail tarafından sürülmüş, sığındıkları Lübnan gibi komşu ülkelerde de insan yerine konmamış haldeler.
Umutlarını ise ya El Fetih’te ya Hamas’a bağlamış durumdalar. Dolayısıyla Sabra-Şatilla’nın kirli sokaklarını Yaser Arafat’ın yahut Şeyh Ahmed Yasin’in posterleri süslüyor.
Bir de Başkakan Erdoğan’ın gülümseyen portreleri…
“Türkiye’den geliyorum” dediğimde de aynı şekilde gülümseyen Filistinli yüzleriyle karşılaştım. Ve ülkemden ilk defa bu kadar gurur duydum.
Bana ve nice milyonlara bu gururu yaşattığınız için teşekkürler Erdoğan, teşekkürler Davutoğlu…
Ve yola devam Türkiye…
Yazar: Mustafa Akyol 'un yazısından alıntılanmıştır.
26 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı.