Rachel Corrie’i buraya gelmeye iten sebep neydi?
Niçin?
Dinsel fanatik değildi, bir tarikat mensubu değildi, ideolojik saplantısı da yoktu. Öyleyse niçin yoksul Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına engel olmak için dev buldozerlerin önüne kendisini atıyordu? Niçin?
Bu sorunun cevabını annesine yazdığı ve Guardian gazetesinde yayımlanan mektuplarından birinde yer alan ifadelerde bulmak mümkün... 7 Şubat 2003 tarihli mektubuna “merhaba arkadaşlarım, ailem ve diğerleri” diye başlıyor Rachel. İlerleyen satırlarda Rachel’in bu diğerlerinden kastının ‘bütün insanlık’ olduğu anlaşılıyor. 27 Şubat tarihli mektubunda annesine “benim kelimelere çok önem verdiğimi biliyorsun” derken de mektuplarında hiçbir kelimeyi israf etmediğinin mesajını veriyor.
“Biz başka çocuklar için endişe duyan çocuklarız” diyordu Rachel Corrie mektubunda, Filistin mülteci kampında tanıklık ettiği korkunç olayları yazıyordu. Oradaki zavallılara reva görülen insanlık dışı muameleleri, seraların ve portakal bahçelerinin sırf intikam olsun diye yerle bir edilişini, akla hayale gelmeyecek acımasızlıkları anlattıktan sonra şöyle diyordu:
"Evet, yine dans etmek istiyorum, iş arkadaşlarıma karikatürler çizeyim ve şakalaşayım istiyorum, ama bunun durmasını da istiyorum"
Bir başka kültür, din ve medeniyetin insanlarına hizmet götürmenin gereklerinin farkındadır Rachel. Daha Olympia’dayken öğrenmeye başladığı Arapçasını geliştirmekte olduğunu anlatır annesine. Genelde Gazze şeridi, özelde gönüllü olduğu Refah şehri hakkında ayrıntılı ve tutarlı istatistikler verecek kadar konusuna hakimdir.
Rachel sadece o insanları tanımak değil onların hissettiklerini hissetmek noktasında da özdeşleşmek gerektiğine inanır ve o toplumun derdini dert edinmiştir. 7 Şubat günü “Gazze her gün yeniden işgal ediliyor. Ancak korkulan o ki tanklar eskiden olduğu gibi ayrılmak üzere gelmeyecekler bu defa...” satırlarıyla dile getirdiği bu ‘dert’ 27 Şubat tarihli mektubunda açıkça ifade edilir: “Dün iki küçük çocuğunun ellerinden tutmuş olarak tankların ve bir nişancı kulesinin, buldozerlerin ve jiplerin önünde evini terk eden bir babayı seyrettim. Hepsinin birden vurulacaklarından endişe ettiğim için tankla onların arasında durdum. Bu her gün oluyor ancak bu babanın iki çocuğuyla öyle aşırı üzgün bir halde yürüyüp çıkışları beni çok etkiledi.”
En zor şartlarda dahi sevebilmek
Çatışmanın ortasında ‘sevgiyi ve paylaşmayı’ da öğrenir Rachel. “Evin cephedeki iki odası duvarlardan kurşunlar geçtiği için kullanılamıyor. Bu yüzden bütün aile, üç çocuk ve iki ebeveyn bir yatak odasında uyuyorlar. Ben yerde en küçük kız iman’ın yanında yatıyorum ve hepimiz battaniyeleri paylaşıyoruz... Nidal’in İngilizcesi her geçen gün iyileşiyor. Beni ‘kardeşım’ diye çağıran o. Büyük nineye İngilizce ‘Merhaba. Nasılsınız?’ demeyi bile öğretti. Her an tank ve buldozerlerin sesleri duyuluyor ama bu insanlar birbirleriyle ve benimle neşe içinde iletişimlerini devam ettiriyorlar.”
dünya bülteni adlı web sitesinden alıntılanmıştır