29 Ocak 2015 Perşembe

Benim adım Rachel Corrie, ben bugün öldüm!

Amerikalı barış gönüllüsü Rachel Corrie’nin günlüklerinden yola çıkılarak hazırlanan ‘Benim Adım Rachel Corrie’ oyununu çeviren ve oynayan Setenay Yener’le ölüm yıldönümünde Rachel’ı anıyoruz.




Sekiz yıl önce bir buldozerin dişleri arasında öldüğünde tek bir amacı vardı; Filistinli ailenin evinin yıkılmasını önlemek… Buldozer aldırmadı, sesini duymadı. Yaşasaydı 31 yaşında olacaktı Rachel Corrie. Sadece bedeni değil, içi barışla, umutla dolu hayalleri, hedefleri de toprağın içine gömüldü. Bugün Rachel’ın ölüm yıldönümü. Onu hatırlamak, hatırlatmak, tanımayanlara da tanıtmak için ‘Benim Adım Rachel Corrie’ oyununu Türk tiyatrosuna kazandıran Setenay Yener’le konuştum.



Bu röportaj dünya barışı için mücadele verip hayatını yitiren tüm Rachel Corrie’ler içindir.



*Rachel Corrie’yle yollarınız nasıl kesişti? İsrail – Filistin Savaşı’yla yakından mı ilgileniyordunuz?



Rachel’ın adını ilk Amerika’daki üniversite hocalarımdan duydum. Antropoloji hocam David McMurray, Oregon Eyalet Üniversitesi’nde Orta Doğu’da yaşanan olaylara dikkat çekmek için bir şeyler yapmak istemiş. Ve drama hocam Charlotte Headrick ile bağlantıya geçmiş. Benim Adım Rachel Corrie adlı tiyatro oyununu beraber yapmak için kolları sıvamışlar. Yazışırken bana bunlardan bahsetti. Ben de hem oyunla hem Rachel’la ilk kez o zaman tanıştım. Sene 2008’di. O zamana kadar Filistin meselesi ile yakından bir ilgim yoktu. Bu mesele benim için çocukluğumdan beri kendi hayatımı yaşarken arka fonda duyduğum ve çoğunlukla televizyondan gelen ‘Batı Şeria’, ‘Gazze’, ‘Intifada’ gibi anlamını tam da bilemediğim isim ve sözcüklerden ibaretti. İnternette oyunu araştırırken Rachel Corrie’nin ölüm anını ve resimlerini gördüm. Bir evin yıkılmasını önlemeye çalışıyor ve eziliyordu. Bu anlatılması gereken bir şeydi. Bu istekle yola çıktım. Çıktığım bu yolda birçok şey geldi başıma. Rachel’ın yazdıklarıyla 3 sene boyunca içli-dışlı olmak, olayları onun gözlemlerinden tanımak ufkumu genişletti. Kullanmış olduğu kelimeleri ve noktalama işaretlerini düşünmek, onun dünyasının derinlerinde gezinmek beni de zenginleştirdi. Kendi vicdanımla da bol bol yüzleştirdi. Filistin meselesine gelince, Rachel’ın içimde uyandırdığı bu ilgi sonucunda artık bir uzman olmasam da, çok daha fazla bilgi sahibiyim.







*Henüz 23 yaşındaki bir kız kolay kolay herkesin yapamayacağı bir şeyi yapıyor; gayet rahat bir hayat sürerken ülkesini bırakıp savaşın merkezi Gazze’ye gidiyor. Barış gönüllüsü olarak çalışıyor. Özellikle bir kadın için bu büyük cesaret.



Aslında Rachel hiç bir zaman kendisini tehlike altında hissetmiyor. Orada öldürüleceği aklının ucundan bile geçmiyor. Bizim “müthiş bir cesaret” diye bahsettiğimiz şey onun doğasında var. Cesur olmak ya da cesaret göstermek değil onun amacı. Merak ediyor, “Ben bir Amerikalı olarak kimlerin hayatını nasıl etkiliyorum acaba?”diye. “Vergilerimle beslenen Amerikan ordusunun girdiği yerlere gidip oradaki insanlarla tanışma ihtiyacı hissediyorum” diyor. Gidip kendi gözleriyle görmek istiyor. Görüp yazmak istiyor. Yaşadığı yer olan Olympia’da savaş karşıtı çalışmalar yapıyor zaten ama artık bu çalışmaları kendi yerelinden çıkartmak istiyor. Vizyonunu genişletiyor ve Gazze’ye kadar uzanıyor. Ve ne yazık ki orada büyük ihtimalle onun da ödediği vergilerle satın alınmış bir buldozerin altında can veriyor. Sadece bir İsrail buldozerinin değil, karşıt durduğu bir sistemin altında da ezilerek can veriyor.





*Rachel’ın yıkılmasın diye mücadele ettiği o ev, olay sonrasından hemen yıkıldı mı? O aileden haber var mı?



Olay sonrasında hemen yıkılmamış. Nasrullah ailesi çok uzun bir zaman boyunca Rachel bu evi korurken canından oldu diye o evi terk edememişler. Ama en sonunda çıkmak zorunda kalmışlar. Aile yaşıyor, Gazze’deler ve Rachel’in ailesi ile yakın ilişkiler içerisindeler. Rachel’ın yarım bıraktığı çalışmalara birlikte devam ediyorlar. Ev ise, tabii ki de, artık orada değil.







*Oyuna gelirsek… ’Benim Adım Rachel Corrie’de Rachel’i oynarken kendinizle benzeştirdiğiniz şeyler oldu mu hiç? İşin ilginç yanı aynı yaştasınız, fiziksel olarak benziyorsunuz da. Peki siz de onun gibi hayatta cesur olanlardan, ‘ölümüne’ savaşanlardan mısınız?



Rachel’la ortak yönlerimiz çok. Aynı kafadanız. Lise son ve üniversitede birbirine çok yakın yerlerde oturmuş ve birbiriyle çok benzer arkadaş çevrelerine sahip olmuşuz. Aynı tarz ortamlarda takılmışız. Aynı tarz müzikler dinlemiş ve birçok aynı şair ve yazarlardan etkilenmişiz. Ben de üniversite yıllarında yaşadığım yerde yapılan savaş karşıtı çalışmaların hepsinde yer alıyordum. Sıkı bir kadın hakları ve hayvan hakları savunucusuydum. Elimde megafon sirk kapılarında çocuklarını içeri sokan anne-babalara “Lütfen bir daha düşünün, içerideki hayvanlar çok mutsuz …” diye sesleniyordum. Daha ne hikâyeler… Kampüste kadınlar için güvenli bir yer olan ve kadın hakları çalışmaları yapan Women’s Center’da çalışıyordum. Anarşist bir çocuğa aşıktım. Atlayıp her yere gidebilecek ve her şeyi yapabilecek bir coşkum vardı. Bu konuda ortak noktamız çok. Hatta karşılaşmış veya aynı eylemlerde bulunmuş olma ihtimalimiz çok yüksek. Ama tabii ki de ben Rachel Corrie değilim. İnandığım davaların peşini asla bırakmayan, ters giden bir şeyler gördüğümde konu ile ilgili elimden ne gelirse ardıma koymayan, pro-aktif bir mizacım var. Barış için, doğa için, çocuklar için ve aşk için mücadele etmekten hiç yılmam. Ama Gazze’ye gidip bir evle bir İsrail buldozerinin arasına geçebilmek başka bir şey. İşte o anlamda hiç de yürekli sayılmam.